ein Bild



   sen,  sık sık  köşe  değiştirirken sokakta
bir sonbahar yaprağı dolduruyor  yokluğunu,
sen,  çekip giderken  boşluğa,
bir sonbahar yaprağı dalından düşüyor.
ilk  rüzgar  yalarken  tenimi
sesin kulağıma doluyor.
bir notası  eksik  ritüelin son paragraf  boşluğundasın sen
yağarken kar,  aldırmadan örtüyor  seni
altta kalıyorsun,   kayboluyorsun...

çamur  bulaşıyor ayaklarıma,
dolanıyor  sevdiğin şiiri,  şairin
"sen giderken ben" diye başlayan,
takılıp  düşüyorum ve kirliliğimi  lodos  yıkıyor.
sen,  varken camımda  patlıyor  en deli  fırtınalar
ve  bir son bahar  yaprağı mührü oluyor gidişinin
hülyalarım  kana bulanırken
en  yalın  hatıraların  eşliğinde çalınıyor
ölüm marşın
ve sen,
hala  aklımdasın sevgili...




Yüksek Bir Gerilimdir Denge


karanlığın gardiyanlarıdır baykuşlar,
sokaklara nefes kadar ölümde lazım.
denge artı ve eksi kutupluysa...
giden kadar gelende lazım.

militan gibi savaşıp dururken arzular,
karşısında silahları ateşleyecek iradelerde lazım.
bir karanlık zehirle boğulacaksa nefisler,
sonu getirecek azraillerde lazım.

toprağa can verecekse yağmur,
akıp, sele dönecek kan da lazım.
bir kolpa bekçinin düdüğündeyse adalet,
kaçıp gizlenecek suçlar(suçlular)da lazım...
 
 Hayat bazen içinden çıkılmaz bir tırtıl kozasına benziyor. çırpındıkça içine çekiyor, boş verdikçe  dışarıda  tutyor. sanırım  karşılık almaktan hoşlanıyor....


                       kayra zoran
 
 
 
 

 
 
 

hayat nedir ki;
isteksiz  gelinen bir  gökyüzünde isteğe  bağlı  olmaksızın yaşama mecburiyeti...
 
 
 
 
doğmak taa en başında
ilk doğumun yaşandığı anda meydana gelmek
ışığın yaratattığı körlükle  açamamak gözünü
görememek doyasıya...
doğmak!
bir körpe  bebek olmak istem dışı zamanlarda
sıkışıp kalmaktan kaçınmanın en kolay yolu
belirsiliğin koynua sığınabilmiş  tek doğru olan bu belki de.
yaşamak!
hayat denen tasmayı çıkarmaksızın boynundan
ilk sokakların kurulduğu zamanki bakireliğine tecavüz eden
ete susayanların
daralttığı sıkışmışlıkta ıkınmak
genişleyebilmek adına
kurallar karşısında  yılmaksızın  savaşmak
becerememek en sonunda
yığılıp kalmak bugünlerde
dar sokakların üzerine.
yaşamak!
hayat denen yongada
bir kurbanı oynamak
ismail gibi....

 
 kayra zoran
 
 
 
 
 
 
 
kangren olmuş  yanım!
başına silah dayanmış tutsak  kadar  korkak.
hepsi bu
sadece ölüm telaşesi....
kan dolaşmaz silüetinde hüsran olan aşkın,
söyleyemedim gülüm
kanıyor  içim
yanıyorken azap bulanmış  zihnim.
bir tutam ökse otudur  ölüm
bir sevda ağıdı  kadar  buruk
melodram kokar boşlukta  solunan her hava
tanrı!
eğer hala  yaşıyorsa
sevmekde lazım
ölüm bulaşmış ruhlara...

kangren olmuş   hayat
bir hüzün melodisi çalınır
ölüm dizeleri söylenir
ingiliz  aksanıyla
en bohem, en dekadans şarkılarda
sevda işlenmiştir  her harfe
kanıksanmış imkansızlıklar yaşanır
aşk çıkmazında.
bir  kadın  süsler hülyaları
rüyalar kabuslara  dönüşmeden evvel
hissedilen son şeydir  aşk;
ezberinde  ölüm olan uyuyan
uyanmadan sevda  uykusundan.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
kızılcık  şerbetleri  arıyor  gözlerim 
kan kusarken karayele
ücra  köşelerde  parmak izlerim kalıyor
kolpa  adamlıklara son verdikçe.

adamlığım kayıp anne
hiç bir  ilana  cevap gelmiyor üstelik
bulamıyorum anne,
bulamadıkça  biraz daha yitiriyorum aklımı.

çıldırmak  böyle birşeymiş,
adım adım ilerlemek sonsuzluk sahillerinde
her  vuran dalgada biraz daha  ıslanırcasına
usul  usul yitip karışmak kızgın kum tanelerine.

aklım  sürat yarışlarında şimdilerde
bitişte ab-ı  hayat kevseri saklanıyor,
her yeni  soruda kökledikçe gazı
adamlığım firara kalkışıyor
benliğim şarampolden aşağı fırlıyor anne.

belki de bundan enkaza  dönüşmem
bir kayıp adamlığın ardına gizli tüm olan biten
sırtımda kadınların tırnak izlerini taşırken
kana karışıp akıyor zihnim anne.


           kayra zoran





  ölüm yağıyor  kentin üzerine
ve sağanak  nice intiharlar kıskandırıyor.
kalemi  kırık  bir  ömür  gibi  yaşıyor  gonca güller
solmuş  yapraklar nice ayrık otlarını kıskandırıyor.

bir dudağın ıslaklığında  gizlenmiş tüm yalanlar
dil neleri aşikar  kılıyor.
bir temmuz ayazında ilikler
tel tel secdeye kapanıyor

birsahne repliğinden ibaret söylevler
arsızlığa gam edip, bam telinden çalıyor.
dur! bir  dur  allah aşkına
ölüm güneşi kıskandırıcasına üzerimize  doğuyor
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
PİÇ  SEVGİ(Lİ)LER
 
 kaç  kez  sevebilir ki  insan?
ilk  kez  sevmiştim.
sanırım  sevmek  denen  şeye
neredeyse inanmak  üzereydim .
saçlarında bir kar tanesi aradığım  sevgilim
kibrit  çöpleriyle  oyuna tutuşmuştu
nedendi bilinmez önce saçları tutuştu.
oysa  tanrım, uzak bir  köşesinden tahtının
herşeyi  seyrediyordu.
yetmedi  kar tanesi söndürmeye  ateşi
izin vermemiş olmalıydı tanrı.
ve ateş gelip  sevgimize de sıçradı.
yalanlar!
bir benzin bidonundan dökülürcesine parladı
kahpelik yayıldı atmosfere
ve sevgi  denilen, birden siyah renkli  bulutlara  karıştı
önce  çıldırdı  gökyüzü
tanrı  sinirlenmiş olmalıydı,
ardından bir sağnak başladı
ıslanmışlığım ahmaklığımın haykırışıydı.
anladım!
kadın, değişmeyecek bir tanıydı
standart, ölümlü bir  cenin
belki de hiç  olgunlaşmamalıydı...
 
 






...isimsiz ...
 gün doğarken
kadın göğün dibinde...
bir gölge, bir serap ve  bir  karabasan  kokteylinden
bir  yudum beni içenin
dudaklarından toprağa  sızarım.

gün uyurken
kadın gecenin dibinde
bir fahişe, bir prenses ve bir hurinin elinden
bir lokma  beni yiyenin
dişlerinden suya dökülürüm.

gün dururken
kadınlar duman olur
hayatın bekçiliğinden kurtulupta boşlukta
düzensiz, yönetensiz
bir başıboş  püryan olurum.

gün kanarken
kadınlar kanayan olur
bir göğsün içinden
beyaz renkli  akan gibi
akıp  kefen olurum.


ben giderken
şehir duman olur
bir yalnızlığın koynndan tırnaklarıyla çıkan kadının
sırtımda mührü bulunur
ve ben yitip giden olurum.
 

BİR EKSİK KUŞAK

Beat kuşağının kayıp yaşayanları. Evet eksik kalan kuşaktır o kuşak. Yeni arayışların belkide en yoğun gerektiği ve en ağır bedellerin onları artık umursamaz kıldığı kuşak. Evet belkide onların ödedikleri diyetler bu gün perhiz yapmamamıza neden oldu. Ve aynı arayışlarda boğulmayışımıza tabi...
LOST

Bir dönemin en bildik jargonu "lost". Evet gerçekten bir kayıp vardı. Tıpkı beat kuşağı edalı kayıp bir kuşak. Ne farkı var her ikisinin de... belki de yok ama bana göre oldukça farkli iki kulvar...

YİTİK NESİL

Bir popüleristlik hegemonyasına dalmanın sonucu, populist mantalitenin esaretine girerek kaybolup gitmiş, çoğulcu yaşam yerine bireysel yaşama sıkıştırılmış ve trendy olmak, markalaşmak adına bir yığın şebeklikler ile göz boyama işlevi içine girmiş, bohemlikten uzak ama sanki en koyu bohem yaşama mahkum edilmişçesine umarsız yaşayan ve toplumun tam ortası yerine kıyılarına itilmeye çalışılan bir nesildir.
Bir adam ve bir kadın ancak doğru tarihsel süzgeçten geçtiklerinde efsaneleşirler. Tıpkı Leyla ile mecnun gibi. En az onlar kadar yalan ve en az onlar kadar şanslı.


kayra zoran
 
Bugün 6986 visitorskişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol