![]() |
||||||
![]() EDEBİYATIN FONETİĞİNDE MÜZİK Okunan her şiir, okunan her öykü ve okunmaya değer her kelime bir başka giyinir onunla. süslü giysilerin cezbedici kılıp daha bir modernize etmesi ile kaçınılmaz bir boyuta sürükler müzik. hayatın fonetiğini ihtiva edenin hayat anlatısını etmemesi belki de en garip vakadır. beğenilme dürtüsünden uzaklarda bir iç sesin harekete geçirmesi ile çalınan her melodi daha bir parıltı kazandırır hazan mevsiminin sislediği anlamlara. matematiksel bir değimle altın orana yakınlık derecesinde en iyiye bir adım daha yaklaştırır müzik, tüm anlatımları. Ondan değilmiydi lirin önemine dem vururcasına yunan melodileri feryad ediyor. ondan dğilmidir her öğeye, her nağmeye bir başka yakışıyor melodi. yalın hallerinde önemi muhakkaktır ancak ne vardır ki müzik anlatımsal gücün tamamlayıcısıdır. belki de henüz on yedisine girmiş yaımın rüşte erdirici ilahesidir müzik. Bir yazar şöyle diyordu "edebiytın müziği". evet olmaz demesin hiç kimse edebiyat ve müzik rakı ve beyaz peynir gibidir. olmazsa olur belki am ayalın kalır her dize. megadeth, ıced mesh, ıron maiden, hellowen, nirvana, zeki müren, aşık veysel.... sizler çoğaltın müziğin altın adamlarının edebi parçalarını. nasıl bilinmez ya da nasıl görmezden gelinir ki müzik edebiyattan, edebiyatta müzikten doğar. gam varsa keder var, neşe varsa mutlulukta var. aynel yakinliğe ermenin muştulandığı dizlere sufizmin perdelerinde çalınan ney taksimleri ve çalınan gitar rifleriyle daha bir lezzet ihtiva eder. Öyle değilmidir ki her enstürümanın bile edebi bir karşığı vardır. ney feryadı resmediyorsa, gitar hazanı muştular. saz yangını anlatırken tambur asude bir ömrü resm edeer.işte bu kadar aşikardır herşey aslında... Kayra ZORAN ![]() Fazla uzak bir zamanda değil, hemen yanı başından geçtiğimiz bir zamanda, 1991 yılının başlarında dünyaya bir bomba düştü. Adına 'grunge' denilen oldukça etkili bir bomba. Ne tuhaftır ki bu bombayı ne sabıkalı Einstein ne de bir başka bilim adamı yapmıştı. Bu bombanın patlaması sadece müzikle yanan bir bağrın ve içindeki volkanları daha fazla içine hapsedemeyen bir dimağın lavları yeryüzüne çıkarmasından ibaretti. Evet bomba patlamış ve ortaya çıkan alüvyonlar tüm yeryüzünü etkilemişti. Yer yer başka bir müzik türüne rastlansada doksanlı yıllar grunge zamanına dönmüştü. Rock'n roll kültürü, kült dönemler ve blues nesli sanki karşısında duramayacaklarını anlayıp onu alkışlıyorlardı. Evet bir bomba patlamıştı ve bu büyük olayda parmağı olan herkes cezalandırılacaktı. Yapılan çalışmalar göstermişti ki bu olayı 1990'ların başından itibaren, o zamana dek var olan piyasayı sarsan, rock müziğinin çehresini değiştirmeye başlayan grunge akımının öncüsü Nirvana grubunun kurucusu olan Kurt Cobain'dan başkası değildi. Şu sıska, sarı saçlı, soluk benizli yer yer sempati yağmurları çiseleten, asi, melankolik müzik müptelası, Seattle eyaletinin bir oduncu kasabasında dünyaya ağlayarak selam vermiş Kurt COBAIN. Suçlu oydu ve cezası ağır olmalıydı.Yarattığı patlamanın yeryüzünü sarsması mutlaka ödetilmeliydi. Bu büyük patlamadan sonra o ana dek kendisine yüz vermemeye çalışan müzik piyasasınca abartılı şekillerde yüceltilmiş, gerek resmi gerekse ismi kullanılarak ticari bir meta haline getirilmiş, hem de bütün bu şekillerde ölmeden önce temsil ettiği bütün maneviyat aslında tersine çevrilmiştir. İşte belasını bulmuştu lanet olası Kurt. Belki de en nefret ettiği, en çok korktuğu şeyle cezalandırılmıştı; popülarite. Oysa o sadece müzik yapmak istiyordu, daha çocuk yaşlarında tanıştığı gitarını çıktığı herhangi bir konserde parçalanana, telleri kopana kadar çalmak istiyordu. Sıradan olan herkes gibi, sıradan olan bir işi müziğini yapmak istiyordu. O yaşamı bildiği dille, kendi müziği ile anlamak ve anlatmak istiyordu. Ama olmadı, o farkına varmadan grunge akımını baslatmıs ve lanetlenmisti adeta. Öyle ya, o kadar insanı pesinden sürüklemek bir bedel gerektirirdi o da ödeyecekti. Korktuğu, istemediği ve esiri olmaktan korktuğu popülist materyalist toplumun en parlak yıldızı haline dönüştü. Ama bu yüke, bu acıya ve bu korkulu rüyaya daha fazla dayanamadı. Bu onun en zayıf yeriydi, ve bu zayıflığını uyuşturucuyla sıvayarak kapatmayı seçti. Bir söyleşide sorulan soru üzerine 'ben uyuşturucuya bağımlı değilim' demişti. Kimse inanmamıştı bu cevaba, kimse tatmin olmamıştı. Sistemli bir çalışmayla enkaz haline getirilmeye çalışılan Kurt bu konuda yaşanılan başarıyla enkaza dönüşmüştü. Oysa haklıydı, korkularıyla yüzleşecek kadar cesur, onları göğüsleyemeyecek kadar zayıf ve bunun farkına varacak kadar hayatın içinde olan Kurt uyuşturucuya gerçekten bağımlı değildi. O sadece sahip olduğu tüm eksiklikleri, tüm güçsüzlükleri ve tüm korkuları uyuşturucu ile kapatmayı seçmişti. Zihninin sürekli açık ve algılarının sürekli iş başında oluşuna daha fazla güç yetiremiyordu ve bir şekilde dünyayla olan akımı kesmek istiyordu. En kolay yolsa sadece uyuşturucuydu ve o da bundan kaçınmadı. Arızalı olan midesini, sağlam olan ve gayet hızlı çalışan beynini arızalandırarak bastırmayı deniyordu. Hep söylediği gibi 'uyuşturucu içemeyecek kadar büyük bir mide rahatsızlığım var'. Eğer uyuşturucuyu gerçekten herkes gibi nedenlerle içseydi belki de onu en çok ben siktir ederdim dünyadan. Ama o sadece mecburiyetin sonucuydu. Boşluktaydı, birden içine atıldığı şöhret denen dünyayı anlayamıyordu, popüler olmayı kabullenemiyordu bayağılaşmış gibi hissediyordu kendini ve için için ölüyordu. Sırf bu sinsi ölümü alt etmek, yavaşlatabilmek adına uyuşturuyordu beynini ve söndürüyordu algılarını. O müzik yapmak istiyordu, sadece müzik. Çıkıp sahnede olur olmaz haykırmalıydı, böğürmeliydi. O bir star değildi, olamazdı da buna bünyesi izin vermezdi müziği gibi. O asilerin sesiydi bir anlamda ve popüler olmayı fikirlerine ve de müziğine ihanet görüyordu. Aşk? Kurt'un yamaçlarında pek görülen bir şey değildi. Hayatında sadece üç aşkı olmuştu. Lise yıllarında kapıldığı kendisi gibi sarışın sıra arkadaşı, ergenlik dönemlerinin kızıl saçlı tutkusu ve 'hayatımın kadını' dediği ondan çocuk yapacak kadar kapıldığı Courtney LOVE. Evet "benim tek bağımlılığım şu yılan dilli Courtney'dir?" diye yanıtlamıştı bir gazetecinin sorusunu. O ayıcık objeli pijamalarıyla ve Courtney ile yatakta kalmayı seviyordu. 'benim hayatıma sunulmuş sihirli bir el' diye betimliyordu kadınını. Ve sinsice bir hastalıktı yakalandığı. Curtney hastalığı. Çok değil yirmili yaşlarının başında kemik halini alan NİRVANA'yı artık kurmuştu. Lise döneminde çaldığı birkaç gurup gelmiş, kurulan Nirvana'dan gel-gitler yaşanmıştı. Son Nirvana artık kendi müziğini yapıyordu. Müzik piyasasının aç kurtları sokaklardan, ve kenar barlardan çekip popüler dünyanın, piyasa hayatının içine fırlatmış ve sonsuza kadar mahkum etmişti. Bu kesinlikle böyle olmalıydı aksi taktirde hala müzik listelerini haftalarca ipotek etmez, edemezdi. Kurt sıradan hayatında, sıradan bir yaşam yaşıyorken, sahnede başkalaşıyordu adeta. Sanki o uysal, içine kapalı, suskun, Kurt gidiyor ve yerine bir kaplan kadar yırtıcı, bir aslan kadar asi bir adam çıkıp geliyordu. Dayanamadığı ve kendinden geçip, kendi müziği ile transa uğrayıp gitarını kırdığı konserler bunun kanıtıydı. Kim bilir kaçıncı pogoyu yapıyordu dinleyenlere. O kendinden geçiyordu, belki de sahnede ruhu ile zihni bir birlerine kıçlarını dönüyorlardı. Ve Kurt bu rahatlığı, bu hafifliği her hücresiyle yaşıyor ve kanıksıyordu. O sahnede tam oluyordu ve tam olup hiçbir şeyi düşünmeyince de olan her şey oluyordu. Gurup arkadaşları bile bazen anlayamıyorlardı onu. Bu nasıl olabilirdi bir insan nasıl böyle değişirdi. Hatta bir keresinde artık ona dair korkular beslediklerinden söz etmişlerdi. Sadece yaşamak istiyordu, kendisine biçilmiş zamanı doyasıya , hızla, sorgusuzca yaşamak. Ne gerekiyordu bunun için içmek mi? Onu da zaten yapıyordu. Müziği seviyordu ve müzik yapmaktan başka bir anlamda yüklenmiyordu. Bir akıma öncü olduğundan haberdar bile değildi belki. Çünkü hiçbir şeyi umursamıyordu. Doğan çocuğuna 'been' ismi verecek kadar çatlamıştı akıl asfaltı ve oda ses etmiyordu. Haykırmak istiyordu. Ara sıra değil içindeki hezeyan dinene kadar haykırmak, yetmiyordu diye sahneler o da uyuşturucuyla telkin ediyordu için için isyanlarını. Gerçekler hep öndeydi ve o bunun beklide herkesten çok farkında. Aklımda bir şarkıdan kırık dökük sözler dönüyor. Biraz Kurt'ü, biraz beni, biraz herkesi yakalayacak anlatacak belki piç edecek. Dumanlı bir havayı soluyup bohem dünyalara kapılan (ya da buna çabalayan) bir gurup. Sözleri şuna benziyordu sanırım; Bakma bana öyle derin işim olmaz senle benim Hiç bu kadar sevilmedin Gözlerinden okuyorum Haberin yok ölüyorum Sorma bana nerelisin Ne içersin ne giyersin Derdim sana derman osun Ben gönülden okuyorum Haberin yok ölüyorum Azdı yine deli gönül Üzerine geliyorum Geçti yine boş bir ömür Ellerinden öpüyorum Haberin yok ölüyorum Haberin yok ölüyorum Sen gelirken ben gidiyorum Dermanım yok ölüyorum Ayrılırken ben içiyorum
* Rock'n roll yaşam onun bedeninde, onun ruhunda yenilendi. Şimdi grunge denen bomba hala etkili. * Şimdi o bir ilah. Şimdi herkes onun peşinden koşuyor.
Ah Kurt ah, içine girmekten kaçındığın metalaşma fazına karşı duruşunu o cesaretini bir de korkularına gösterseydin. Şimdi eksik kalır mıydın?... arkadaş sen bu değilsin
Görünüş sadece giysin Arkadaş niye gücendin Alıştım karıştım ben sana Rüyanda görsen inanma Arkadaş sen bu değildin Bilinen sadece ismin Arkadaş niye değiştin Alıştım karıştım ben sana Rüyanda görsen inanma Arkadaş sen bu değilsin Yaşayan sadece fikrin Arkadaş niye gücendin Alıştım karıştım ben sana Rüyanda görsen inanma Sana boynumuzu eğeriz sanma Hakkımızı gelir alırız zorla Saklayacak yüzün yok yok Rüyanda görsen inanma ... Kutsal ruhuna atfen ? Kayra ZORAN
Bir dergi, gazete kâğıdı kalitesindeki sayfasının bağlığına kocaman puntolarla, her okuyanın gözünün bebeğine batıp incitsin diye yazmıştı ismini. Kocaman, büyük harflerle ve kalın puntolarla yazılmıştı GÖRKEMLİ KAYBEDEN diye. Oysa o hep küçük harfler kullanmıştı içinden konuşurken. İnsanlara şarkılarını usulca fısıldarken hep küçük hatta minicik cümleleri yine aynı minyatürsel harfler kullanmıştı. Kimseyi incitemeyen ruhu ancak kendini incitip kaybetmeye sürüklemişti. Onu diğer kaybedenlerden ayıran beklide en önemli özelliği de bu küçük ve sessiz harfler kullanmasıydı. 1934 yılında Montreal'de başlayan hayatı, neredeyse koyu bir Yahudi inancıyla pişiyordu. Bu denli narin oluşu ve bu denli küçük ve sessiz harfler kullanışı tabiki de içinde kopan volkanların verdiği boşalımın neticesiydi. Dokuz yaşında kendisini bırakıp terk eden babasının karşısına dikilip hesap sorma planlarının içinde kopardığı fırtınaların dışa vuran sessizliğinden başkası olamazdı da. Yoksulluk Yahudi oluşuna ters olsa da, yine Yahudiliğin muhteşem bağlılığının ailesine ve tüm akrabalarına yüklediği sahiplenme sorumluluğu nispetinde geçimlerini sağlayan bir ebeveyn birlikteliğinin dokuzuncu yılında yıkılmasının yarattığı hesaplaşma anı özlemi. Evet, Cohen'in sessizliğinin ana nedeni kesinlikle buydu. Beklide içine kapalı, suskun çocuğun günümüzün şair, yazar ve muhteşem ses sahibi Leonard COHEN olmasındaki en önemli neden. Çocukluğunda zihnine saplanan intikam isteği bir bıçak olmuş ve kesmişti volkanları tutan setlerini. Ama ters giden bir şeyler sonucunda lavlar dışarı değil içine boşalmıştı. Çok değil doğumundan on altı yıl sonra Cohen gitar ile tanışıyor. Kendine o kadar yakın hissediyor ki adeta içindeki her şeyi tellerine kazıyıp, gitara döküyor. Ve gitarda dayanamayıp yansıyanları o muhteşem melodilere çeviri veriyor. Ve çok geçmeden 'buckskin boys' ismini verdiği sokak grubunu kuruyor. İşte daha bu zamanlarda bir 'Leonard Cohen' sesi kısık bir tonla sokakta olan herkesin kulağına sızıyor. İçindekiler, yaşamla olan sürtüşmeleri, babasızlık, intikam, kilise yaşamı ve genç yaşın sancıları daha da katmerleşerek Cohen'in önce melodilerine, ardından şarkı sözlerine, şiirlerine ve romanlarına ses, ve harf olup yığılıyor. Yaşadığı her şeyi anlamlandırma çabası beyninde uzun vadeye olmasa da anlık yaşamına etki ediyor ve bu etkiler yığılıp yaşamla sorunlu bir sürece girmesine neden oluyor. Belki de o hayatı sevmiyor, hayatta ona ölüm denen hediyeyi vermiyor. Şu cümle geçiyor aynı derinin unutulmuş beklide hiç okunmamış sayfalarında 'Leonard durmuyor. Beyni ancak rüyalarda yorgun düşüyor. Kâbustan uyanan adamın paniği ile gitarına saldırıyor. Yarım kalmış sevişmeleri, ikilemleri, müziğin büyüsünü anlatıp duruyor.' Beklide bu cümle boyutlarını geçen bir hasletle koca Leonard Cohen'i anlatmaya yetiyor. Evet, tam olarak aynısı olurdu yazılacak uzun uzadıya anlatımlar. Bu cümlenin ne artısı ne eksisi vardı. Tamamen oydu ve onun yaşamına koyduğu sınırın anlatımıydı. O kendini yırtıyor, ve gök yüzünü gitarının telleriyle kesip buranın dışında bir yerleşim yeri kuruyor. Ve kaleminden çıkan her kelimeyle bunu onaylarken, sesiyle davet ediyor tüm kulak verenleri.
Leonard COHEN. Hayatı sükut içinde yavaş sınıflı sürat limitiyle yaşarken, hazım ediyor her anı ve arta kalanı içki şişesiyle dolduruyor idrar kesesine ve zamanı geldiğinde de bir köşeye işeyerek fırlatıyor dışarıya. sonrasına lazım olanlardan ayırıp. İşte o ayrılmış kısmı, şarkılarla, şiirlerle romanlarla birer şiringayla enjekte ediyor ruhlara, açık olan dimağlara. morfin edasıyla.
Kayra ZORAN
|
|
|||||
![]() |